Test Mantığından Çektiğimiz

Türkiye'de disleksili olan olmayan tüm öğrenciler teste mahkum. Test olgusunun kendisini günah keçisi ilan etmek doğru değil ancak test mantığı fazlasıyla suçlu. Bu mantık çekiçten başka hiç bir şey olmamış olan milli eğitim sistemimizin herkesi çivi olarak görmesi ile ilgili bir durum. Oysa tüm öğrenciler bir değil, özellikle de disleksililer!

Test ve mantığı

Eğer her öğrencinin kağıdını eski günlerdeki yazılı kağıtları gibi okuma imkanı olsa belki de test mantığına ihtiyaç kalmayacaktı. Ancak bu mümkün değil, mümkün olsa bile böyle bir yöntem kıyaslanabilir ve sübjektif olduğundan adil olmamakla suçlanacaktı haklı olunarak. Bu nedenle sorulara verilen cevapların çoktan seçmeli olduğu, ölçülebilir, şeffaf bir sistem olan testler ortaya çıktı. Sadece Türkiye'ye has değil kuşkusuz tüm dünyada. Buraya kadarki yöntem teorik bilginin ölçümü için sadece bir ölçüm aracı ve bilimsel tartışmalara her zaman açık. Bununla ilgili bir itiraz söz konusu olamaz.

Ancak test mantığı başka.

Test mantığı testin bir ölçüm aracı olarak değil, bir eleme aracı olarak değerlendirilmesi anlamına geliyor. Buna göre zaten öğrencilerin çok az bir kısmının çıkabileceği zirvedeki daracık bir alan, nüfus arttıkça daha da yükseltiliyor. Bu ise bir süre sonra pedagojik olarak artık istisnai bir grup çocuğun başarabileceği bir sürece dönüşüyor. Ya ötekiler? İşte milli eğitim sisteminin çok da kafa yormadığı kısım burası. Üniversite sınavlarında çocuklar dağ metaforunda olduğu gibi yapılsa da zirveden aşağıya doğru tıpkı bir teras gibi yerleştiriliyor, elbette bu terasların zirvesi de dahil hiç biri ideal bir sistem değilse de %1'lik dilime giremediğinizde %3 veya %5 lik dilimde de makul bir yere yerleşiyorsunuz. Ancak LGS'de durum böyle değil! Her sene ve şehirdeki okulların yerleşme dağılımlarına göre değişmekle beraber söz gelimi Ankara için %5'e kadar çocuğunuz bir okula yerleşebilecekken bazen %5 ila %10 arasında bir okul olmayıp çocuk daha da alt sıradaki bir okula yerleşebiliyor, bazen de bu bile mümkün olmuyor. Bunun dışında puansız yerleşilen okullar ise kuşkusuz büyük bir genelleme ile nitelendirilemez ancak günün sonunda bu sistemin tamamen dışında tutuluyor. Bir çocuk ne kadar başarılı olursa olsun LGS'ye girmediği takdirde ise geri döndürülmez şekilde "başarısız" oluyor.

İşte bu nedenle, devasa bir test endüstrisi içinde özel okulu, devlet okulunun yardımcı kitabı, sosyal medya fenomeni, online ek ders platformu, özel dersi içerisinde bir de oradan oraya koşturan kaygılı veli ortaya çıkıyor. Sınav senesini bırakın bir yıl kala haklı olarak kabuslar görmeye başlıyor, çocuğunu ve kendini gelecekleri kurtulsun diye artık bir aile olmayı, insani ihtiyaçları unutacak şekilde zora sokuyor, servet döküyor yine haklı olarak. Sonra çocukların geleceğini kurtaralım derken bugünü, şu anı, bir daha geri gelmeyecek onca anıyı bile yaşayamıyor insanlar. Falancanın oğlu "hukuk fakültesini bitirmiş", komşunun oğlu Boğaziçi'ni tutturmuş derken mimiklerin altında çocuklara hissettirilen "sen yapamazsan değersizsin!" fikri ilmek ilmek dokunuyor.

Başka bir hayat mümkün mü?

Keşke yurt dışını görmeseydim dediğim, içinde bulunduğumuz hezeyan halini normal görmeyi arzu ettiğim hal en çok bu zamanlarda oluyor nitekim başka bir hayat mümkün. Çocukların okumak zorunda olmadığı demeyeceğim ama çocukların at, eğitim sisteminin ve velilerin jokey olmadığı bir sistem mümkün! Başka türlü nasıl eleyelim çocukları şeklinde kolaycı bir bakış açısı ile kaçamak cevapların verilmediği, eğitimcilerin eğitimi icra edecek kadar iyi şartlarda yetiştiği, insani maaşlar aldığı, öğretmenliğin prestij meslek olduğu ülkelerde her iki üç yılda bir reçete diye sunulan maarif modelleri olmadan da ülkeler en yüksek akademik başarılara ulaşıyor.

Çekiç meselesi

Maslow'a ithaf olunan sözde denilir ki: "Çekiçten başka bir şey olamayan kimseler herkesi çivi görür" Sanırım bizde bu işlerin kararlarını verenler böyle. Disleksili bir çocuğun, kendisi ile gurur duyan velisi olarak -çocuğuna konduramamaktan değil de- orta okul test kitaplarındaki bazı soruları çözerken zorlandığımda bu çekiç meselesini hatırlıyorum. Evet bu çocukların içerisinde aynı eğitimi alma potansiyeli olduğu halde bu "test mantığı" ve kara borsa eğitim sistemi (kamunun başaramadığı eğitim sistemi) anaforuna bırakılan öğrenme güçlüğü olan çocuklar, belki işitme ve görme bozukluğu olanlar, dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu olanlar ve anını bilmediğimiz diğer "ötekiler" kenarda kaderine terk edilmiş olarak bekliyor.

Ne yapmalı?

Bu kabus bize yaşattırılsa da bu olgunun kabus olma vasfını değiştirmiyor. Ya ne yapalım sistem bu mecburuz! da kuşkusuz bir cevap ancak çocuklarınızın katıldığı koşuda çocuklarınızın koşma imkanı varsa! Ancak eğer ki uçma yarışı söz konusu ise ve çocuklarınıza zorla kanat takamayacaksanız, bunu sizden isteyenlerin uydurduğu saçma gerçeklik yanılsaması yerine bundan daha büyük olan koca bir dünyayı ve içindeki imkanları hedefleyebilirsiniz. Fizik, matematik, tarih ve sonsuz testler yerine çocuklarınızı erken yaşta İngilizceye yönlendirerek! Bu diğer derslerden daha kolay olduğu gibi, dilediklerinde yurt dışında veya içinde bizi zorladıkları anlamsız yarış dışındaki bir kulvarı da olanaklı kılar, belki bilmediğimiz başka kulvarlardı da!

İngilizce konusundaki yazımı okumak için cocuklari-ingilizce-tesvik

Tarih: 2024-10-08 21:20

Etiketler: ebeveyn