Hawaii adalarında volkanik Kamakou dağı yakınlarında patlamalardan sonra oluşan lav akıntılarının ulaşabildiği bir nokta keşfedilen bir tarihi tapınaktaki yapı çok ilginç tartışmalara neden olmuştur. Burada bir kahve fincanına benzer oyuk taşların kendisine tapılan çeşitli ikonların üzerine koruyucu olarak konduğu, daha sonra bunların kasıtlı olarak lav akıntıların olduğu yerlere taşınarak alt kısmının da lavlar tarafından kaplandığı ve taşlaştığı böylece ikonanın korunduğu kanaatine varılmıştır. Bu yapılara ‘Omma Kilauea’ adı verilemktedir. Bu kanaat o güne kadarki bilimsel çalışmalar ve okunan yazıtlara göre ortaya konmuştur. Ancak kırıp içine bakılmış tek ‘Omma Kilauea’ içinden kum ve cüruftan başka bir şey çıkmaıştır. Bunun nedeninin içerideki ikonaların hava ile teması sonucunda parçalanması olduğu düşünülmüştür. Bazı ‘Omma Kilauea’lar ise tamamen boş çıkmıştır. ‘Omma Kilauea’ yapısı X ışınlarını soğurduğundan içeride ikona figürünün var olup olmadığını ‘Omma Kilauea’yı kırmadan anlayabilecek bir yöntem henüz mevcut değildir.
‘Omma Kilauea’ ile ilgili hikayeyi okuduğumda aklıma ontolojik yani varlık bilimsel bir düşünme deneyi geldi. Bu düşünme deneyi, ontolojik konularda bilimsek kesinlik arayışının ister teist ister ateist bağlamda ne derece hatalı olduğunu, hatta dini ya da bilimsel ‘taassuba’ vardığını ortaya koyuyor.
Şimdi Hawaii’deki sahaya geçmişte bir din ve bir bilim adamının gittiğini düşünelim. Din adamı, Hawaii dinlerinden birine mensup ve şöyle söylüyor:
Önerme 1: ‘Omma Kilauea’ içinde inandığımız tanrının ikonası vardır.
Bilim adamı da şöyle diyor:
Önerme 2: ‘Omma Kilauea’ içinde herhangi bir ikona yoktur.
Tabii ki gerisini tahmin edersiniz. Din adamı bu kutunun içinde inançları ile ilgili metinlerin böyle söylediğini, hatta bilimsel bazı çalışmaların da bunu en azından yalanlamadığını söyleyecektir. Bilim adamı ise elde herhangi bir ıspat olmadığından bu kutu içinde bir ikona olmadığını söyleyecektir. Din adamı, dininin gereği olarak’Omma Kilauea’ için halen kutsiyete inanmakta ve ona tapmaktadır.
Bu iki arkadaşın kavgası büyük ihtimalle bitmeyecektir. Çünkü ‘Omma Kilauea’ kırılsa bile içindekinin ne olduğu, bir şey çıktıysa da bunun cüruf mu tuz buz olmuş ikona mı olduğu anlaşılmayacaktır. Bu kavgayı çözecek söz Feynmann tarafından söylenmiştir:
“Din inanç kültürüdür, bilim ise şüphe kültürüdür”.
Burada maalesef bu sözü kabul edecek ne din ne de bilim adamı olmayacaktır. Nitekim bilim adamı din adamını ortada delil olmadığı halde inanmakla, bilim adamı da din adamını aşırı şüphecilikle suçlayacaktır. Oysa ‘Omma Kilauea’ meselesinde kutu içinde bir ikona olum olmadığı mevzuu hakkında illa bir olasılık vermek gerekirse %50’ye %50 durumu vardır. Zaten bu konuda her şey apaçık ortada olsa bir tartışma olmayacaktır.
Ancak ontolojik analizlerde pragmatizmi düşünmek faydalı sonuçlar sağlayabilir. Bilim şüphe üzerine ilerlemiştir. Bilimde en kesin fikirler bir alaşağı edilebildiğinden bilim adamının ‘bilim yaparken şüphesi caiz ancak bilimsel taassubu ise caiz değildir’. Caiz ifadesini ironik olarak kullanıyorum. Bilmeyenler için caiz: izin (cevaz) verilen, doğru olan demektir. İlla dini bir terim değildir. Bu pragmatik bir gereksinimdir. Eğer şüphe bilimde fayda yaratan bir şey olmasaydı bilimsel metotlar farklı olabilirdi.
Peki din adamının, ya da inaçlı birinin pragmatizmi nedir? Din adamı inanarak mutlu olmaktadır çiğliğinde bir cevap pek iyi olmayacaktır. Pekala mutlu mesut inanırken tüm inançları reddeden bir çok inançlı insan vardır. (Bkz: Turan Dursun). Tabii tersi de vardır.
Tıpkı bilim gibi inanç da bir tercihtir. Neyin tercihi peki? Şöyle simüle edelim: Kapısına vergi dairesinden geldiği iddia edilen bir evraktaki ıslak imzaya güvenen birinin, kendisine tanrıdan geldiği iddia edilen bir mesaja da inanmasıdır. Şüphe edip araştırmayı da tercih edebilir. Ancak mesele sadece tanrı ontolojisi değildir. Neticede bazı tanrısız dinler vardır ve bu dinin inanları neyin doğru neyin yanlış olduğu bilgisine dinin kurucusun fikirlerine göre karar vermektedir.
Kur’an ve bir çok kutsal kitap özelinde, tanrının mevcudiyetinin kesit çizimleri ya da evrenin yasalarının akış diyagramları yerine soyut imgeler vardır. Bu nedenle sanılanın aksine kapımıza tanrıdan gelen mesaj ‘ben varım, etrafına bak ve anla’ şeklinde özetlenebilir ama kazuistik anlamda her detayı içermez. İçermek de zorunda değildir.
‘Roman yazarı şu karakterin tahlilinde şunu demeliydi’ şeklindeki öneriyi roman yazarı arkadaşına bile getiremeyen eleştirmen, inanmadığı bir tanrının nasıl mesaj vermesi gerektiği konusunda da ölçülü olmalıdır. Neticede kullanılan metin sadece bir araçtır ve inanılan tanrı metinden önce ilkeleri kutsamaktadır.
‘Omma Kilauea’ kutusunda din adamının tarif ettiği şeklin dışında bir tarif ortaya çıkarılan dinin hükmü ne olacaktır. Bu dine, başka bir din adamı anlamsız diyebilir. Bilim adamı tümden hepsini anlamsız görmektedir.
Ancak anlamız gereken, lisan ile inşa ettiğimiz kavramların (Bkz: Adem’in Dili - Derek Bickerton) mutlakiyeti noktasında belki agnostik değil ama serin kanlı bir açık zihne sahip olmamız gerektiğidir. Neden mi? Hiç sorguladınız mı? Yukarıdaki ‘Omma Kilauea’ hikayesi tamamen benim düşünsel deneyim amacıyla oluşturduğum bir kurgu. Peki kurgu diye çöpe mi atacaktınız. Artık çok geç. Bu hikaye zihninizdeki nöronlar arasında bir bağlantı kurdu ve bu gerçek. Hikaye gerçek olmayabilir ancak ‘imge’ gerçek. Tıpkı merhum Erol TAŞ’ın imgesine kızıp kendisine saldıranlar gibi.
‘Omma Kilauea’ düşünme deneyi en azından varlık ve yokluğu sorgularken labratuvarda lamelin içine tanrıyı görmek isteyen din ve bilim adamlarına deneyci militan pozitivizm yerine (dikkat edin artık din adamları da pozitivist), Dekartyen bir rasyonalizmi yani bilginin kaynağının ‘akıl yürütme’ olduğunu ortaya koyar.
Dr. Suat ATAN