Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz demiş Ziya Paşa. Sanki hep ticaret yapıyoruz da. Kişinin işi olmadığında aynası da olmayacak demek. Ama yalan da değil. Kişinin kendisini göremeyenler için aynadan bakmak iyi bir yöntem. Atasözlerimizin ardında yatan mantığa benzer bir biçimde kişi olgusu yine pragmatik, yine toptancı ve yine sadece günübirlik algılanmış bu veciz sözün ardında. Kişi ya da birey, bir değer olarak kabul edilmediğinden iş üretmiyorsa, ya da kötü iş üretiyorsa, “iş bitmiş oluyor”.
Oysa kişinin aynası olduğu iddia edilen iş yerine, kişinin kendisi olan “lafına”/sözüne bakmak daha kolay değil midir? Yahut anlamaya çalışmak… Çıkardığı işi daha iyi anlamamızı sağlamaz mı? Böylelikle o kişiyi (tüzel de olabilir) daha iyi anlamaz mıyız?
Kişinin işine bakıp, peşin hüküm vererek sakalını kaşımak ya da beylik bilmişlik daha kolay, daha çekici. Anlamaya çalışmak, uzlaşmak, yargılamak yerine derinine inmek ise gereksiz görülüyor şarkta.
Bir şeffaflık kültürü olarak ifadelere değer vermek:
Voltaire ise “Ne olduğun o kadar çok belli oluyor ki, ne dediğini duyamıyorum” demiş. İnsaflı davranmış Voltaire. “Ne olduğun zaten belli seni dinlemiyorum” gibi köylü bilgeliği yerine, görülene duyulandan daha fazla değer verdiğini sezen üst bilincinin tabiatını, karşı tarafa güzel güzel söylüyor.
Günlük yaşamda, bireysel ilişkilerimizde, kamuoyunda, gerçek veya tüzel kişilerin “ne dediğini” anlatmak için verdiği çaba, basının ve yükselen alternatif bir iletişim aracı olarak sosyal medyanın( facebook, twitter, blogger,wordpress) sayesinde hiç olmadığı kadar artmış durumda.
“Ne olduğunu” anlatma çabası, tüzel kişiler ve siyasiler için sadece PR (Press Release) bültenlerden, basın açıklamalarından ve faaliyet raporlarını ifşa etmekle yeterli değildir. Özellikle önyargıya çok müsait, dedikodu tabanlı komplo kültürünü seven bizim gibi toplumlarda, saydamlık, ne ile meşgul olduğunu, neyi hedeflediğini, hatta ne olmadığını anlatmak zaruridir.
Böylece, biz sıradan bireyler bir kamu kurumunun yıllardır sürüncemede kalan çalışmasının neden bitirilmediğini uydurmak veya dedikodularına iman etmek yerine, ilgili kuruluşun bizzat kendisinden öğrenmiş oluruz. Hesap verebilirlik ve saydamlık geliştiğinde ise, öne sürülen bahaneler, sorgulanabilir, tartışılabilir veya reddedilebilir hale gelir. Doğal olarak da uzlaşma temelinde güçlü bir iletişim ve ilerleme de beraberinde ortaya çıkar.
Bu nedenledir ki, basında sık sık görülmek (advertoryal amaçlar hariç), demeçler vermek, lider olarak twitter vb. araçlarla sürekli olarak kamuoyunu bilgilendirmek, televizyona çıkmak, halk toplantıları yapmak, kişisel web sayfası kurmak, bireysel ziyaretlerde bulunmak toplumsal aktörler için, özellikle icracı kurumlar için günümüzde artık şarttır. Bunun örneklerinin Van’da da çoğalmasını istiyoruz.
Toplumsal hafızanın gelişmesi için en güçlü araç: Yazı.
Latince bir özdeyiş vardır: Verba volant, scripta manent (Söz uçar, yazı kalır). Artık siyasilerimizin, bürokratlarımızın, yerel toplumsal aktörlerimizin “lafları”na bakmaya karar verdiysek, bu insanların açıklamalarını takip edebileceğimiz yegane kaynak yazıdır. Yani basın ve alternatif kanallardır.
Geçmişte olan bitenleri değerlendirmek, kıyas yapmak, değerlendirmekte olduğumuz işler için şarttır. Bunun ise en güçlü yolu, kuruluş ve önde gelen kişilerin sürekli olarak gündemde olması ve beyanatlar konusunda cömert davranmalarıdır.
Bu durum ulusal medyada başarılmış gibi gözüküyor. Ancak yerel atmosferinde pek başarılamayan, dolayısıyla yerel medyanın fonksiyonlarını tam icra edememesine, kamuoyunun ise yetersiz bilgilenmesine, dolayısıyla dedikodu ve komplolara meydan veren bir durumdur.
Yiğidin hem ölmemesi, hem de hakkının yenmemesi için yerel medyaya daha çok değer verilmeli.