Kabul etmek gerekir: Yıllarca Kürtçenin nasıl dil olmadığını ispatlamaya çalışan sözde akademik çalışmalar, beyanatlar, yahut başka bir deyimle “kart kurt sendromu” maalesef biz Kürtlerin/Kürt kökenlilerin de Kürtçeye bakışını olumsuz yönde değiştirdi. Öyle ki kendisi de Kürtçe konuştuğu halde Kürtçenin dil olup olmadığı hususunda şüpheleri olan insanlarla karşılaştık. Bunların da iki kelime Farsça öğrendikten sonra şüphelerini ahkâmlara dönüştürmelerine elbette şaşırmadık. Çünkü Farsça ile Kürtçe cidden benziyor birbirine ama bu Kürtçenin Farsçanın oğlu olmasından değil, kardeşi olmasından yani Hint Avrupa dil ailesinin Hint-İran kolu olmasından mütevellittir. Hatta Urduca, Peştunca ile de kardeştir Kürtçemiz. İngilizce, Latince, Fransızca, Sanskritçe ile de amca çoğu sayılır Kürtçe… Fazla uzatmayalım. Yani ortada bir gerçek mi gerçek bir dil var. Bilinmeyen bir dil !

Şimdi; şu Televizyon Kürtçesi ya da Gazete Kürtçesi denilen ve genelde pek anlaşılmayan, açıkçası geleneksel olarak Kürtçe öğrenmiş kişilerin kulağına hoş gelmeyen “Öteki Kürtçe” üzerine konuşalım. Bu Kürtçede evde konuştuğumuz “Bizim Kürtçe” içinden çok kelime var ancak bir şeyler tam anlaşılmıyor. Mesela: “P__ê__vajo, peşniyaz kirin, berbi hev, wezaret, serokkomar” gibi… Eh bu numunelik kelimelerin karşılıklarını yazarsak “Süreç, önermek, birbirine doğru,bakanlık,başbakan” . Her halde “Öteki Kürtçe” anlaşılmazlığının ilk nedeni ortaya çıkmıştır: Televizyon Kürtçesi konuşmuyoruz. Yani evlerimizde kuvvetle muhtemel “Kevaniya min; pêvajoya amadekirina paşivê çava derbas dibe”__(Hanım, sahur hazırlama süreci nasıl gidiyor) demiyoruz. Aynen şöyle diyoruz. “Jinik, ka nan?”(Kadın ekmek/sofra nerede?)

Gelelim ikinci sebebimize: Düşünün; Almanya’da doğan bir Türk’sünüz. Evinizde Türkçe konuşuluyor. Ancak çarşıda, işte, okulda yazılan, konuşulan, yaşanan dil Almanca… Sonuç, Türkçe derdinizi anlatabilirsiniz ancak uzun ve karışık cümleler kuramazsınız. Örnek: Almanya’da yetişmiş son kuşak gençlik. Ya da İngiltere’de yaşayan Osmanlı Hanedanının hiç Türkçe bilmeyen üyeleri gibi… Evinde Kürtçe konuşup, okulda, evde, işyerinde Kürtçe kullanmayan (sadece konuşmak değil, yazmak, düşünmek ve her türlü aktivite ile) kişi de Almanya’daki son kuşak Türklerden farksızdır ve doğal olarak biraz ağdalı bir dili anlamaz. Bunun da ötesinde; Allah aşkına, Osmanlıca üzerine hiç bilgisi olmayan ortalama bir kent insanına Türkiye Cumhuriyet’inin Kurucusu Atatürk’ün Nutuk’unu bile okutsanız yığınla anlamayacağı kelime olacaktır. Şimdi bu Türkçenin veya ağdalı Türkçe kullanan kişinin suçu mu olmaktadır anlamayanın mı? Anakronik bir yaklaşım olacak ancak Kürtçe için de durum budur. Yani dilimiz kullanılmaya kullanılmaya unutulmaya başlayan bir dil olmuştur. Peki bu unutulan dili, Kürtçe TV kanalları veya gazeteleri mi hatırlıyor: El-cevap: Evet! Bu nasıl oluyor peki anlatalım.

Evde konuştuğu Kürtçeyi teknik anlamda kullanamayacağını erken farkeden ‘Kürd’ Harvard Üniversitesinden W.M Thackston’un çıkardığı Kürtçe Gramer kitabını ya da Kürtçenin Gramerinin en iyi kaynaklarından biri Celadet Ali Bedirxan’ın Kürtçe gramer kitabını inceler. Zamanla bu güzel dilin de “Ali topu at” sığlığından daha derin özneli, yüklemli, gelmiş geçmiş zamanlı ciddi ciddi bir gramerinin olduğunu, hatta epey de zor olduğunu hatta Fransızca’daki eril ve dişillik özelliklerini barındırdığını fark eder. İngilizcedeki gibi irregular verblerin var olduğunu da anlar. Üstelik İngilizcede irregularity (düzensizlik) geçmiş zaman kipi için iken Kürtçede emir kipindedir. Örnek: Gelmek: “Hatin”, Gel: “Were” Bunlar uydurma mıdır peki? Şüpheciyiz ya soralım. Elbette değildir. Çünkü “Bizim Kürtçe” ile kullandığımız tip kalıplarla paraleldir bu gramer kitapları. Soğd dili ya da Dzongka dillerinden ithal edilmemiştir. Peki biz neden öğrenmedik bunları evimizde. Onu da yine Kürtçe bir cümle ile örnekleyerek anlatalım:

Cümle: Ali Veli tarafından öldürüldü

Öteki Kürtçe:Eli ji aliye Weli hate kuştin.

Bizim Kürtçe: Böyle bir şeye ne gerek var. Elo, Welo kuştiye.: Ali Veliyi öldürdü

Şimdi ampirik bir bakışla her iki Kürtçemiz aynı şeyi ifade ediyor (bizim Kürtçe isimleri biraz bozsa da) . Ancak mesela fiilin edilgen kalıbını evdeki Kürtçe ile itiraf edelim hemen hemen hiç kullanmıyoruz.

Ya da: Bizim Kürtçe ile Van’dan geliyorum diyelim:

Ez Wanê têm.

Bunu TV’den şöyle duyarız ya da gazeteden şöyle okuruz:

Ez ji Wanê têm.

İyi de bu “ji” nereden çıktı. Bakın de/da/dahi anlamına gelen “jî” ile yani i’si şapkalı olan “jî” ile karıştırmayalım. Bu cümleye hemen herkes aynı tepkiyi veriyor: “Welleh Derev e” : Vallahi Yalandır. Peki, o zaman aşağıdaki cümleye devam edelim, Hem “Bizim Kürtçe” hem de öteki Kürtçe ’de aynı:

Xwedjî ji te razî be: Allah senden razı olsun.

E peki buradaki i’si şapkasız “ji” ne oluyor. Onu Biz de “j__î” bilmiyor herhalde.

Şöyle oluyor: Dilin orijinindeki bazı gerçek ve kurallı yapılar zamanla bizim “ji” yani “-den, -dan” öneki gibi kaybolup gidiyor. O nedenle “ji Wanê têm” : yerine direkt ve külliyen yanlış bir biçimde “Wanê têm” diyoruz.

Şimdi uygulamalı bir örnek yapalım, kaynak: TRT6:

TRT6’nın web sayfasından bir kesit. Çevirisi şu:

Zeytinburnu’nda iftara katıldı

CHP Genel başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, partisi tarafından İstanbul Zeytinburnu’nda düzenlenen iftara katıldı.”

Şimdi bu Türkçe cümleyi “Bizim Kürtçe ”ye çevirelim: “katıldı” fiilini nasıl söyleyeceğiz. “qatilmiş bu” demek de ayıp olur… ya da “düzenlenen” nasıl söylenir. Ya da katıldı yerine orijinal Kürtçe ile “beşdar bu” demek kötü mü?

Muhtemelen “Bizim Kürtçe” ile şöyle söyleriz:

Kemal Kılıçdaroğlu çu Zeytinburnu’yê fitara partiya xwe”

Türkçesi: “Kemal Kılıçdaroğlu Zeytinburnun’da partisinin iftarına gitti”

Şimdi bu iki çeviri aynı mı? Cevap sizin. Ya da “bizim Kürtçe” daha mı zengin anlatmış.

Medrese Kürtçesi mevzuu

Naçizane; gönlümce tamamlamak nasip olmasa da Feqi’lik çarkından geçmiş biri olarak eski medreselerde okutulan ilk Kürtçe kitap, Ahmedê Xani’nin “Nubihara Biçukan” “Çocukların baharı” adlı kitabını okumuştuk. Şiirsel sözlük formatı olarak tanımlanabilecek nadide bir eser olan bu eser aslında bir Kürtçe-Arapça sözlük. İçeriğinde geçen Kürtçe kelimeler, “Bizim Kürtçe “ye uygun. Ama “TV Kürtçesindeki” orijinal ve pek bilinmeyen kelimeleri barındırmıyor da değil. Ancak yine hatırlatmak gerekir ki günümüzün kompleksleşmiş dilsel yapısına zaten hitap edemez. Urartu’ca da portakal kelimesinin hiçbir karşılığı olmadığı gibi, medrese Kürtçesinde, yönetmen, makyöz, kameraman gibi kelimelerin karşılığı olmayacaktır. Ama bi tane örnek vermeden yine geçemeyeceğim. Melayê Ciziri’nin Diwan’ında bir yerde “Şahê Nemse” diye bir ifade geçiyor. Allah aşkına bunun “Macar Kralı” olduğunu direkt anlayan varsa beni arasın. Ben anlamını nereden öğrendim; Mele Ehmedê Zıvıngi’nin “Arapça” şerhinden. Kendi dilimizdeki bir ifadeyi, Arapça şerhinden öğrendiğimiz oluyor demek… Belki de bir Kürtçe kelimeyi anlamayınca Kürtçeye kızmak yerine onu bu hallere getirenlere kızmak gerekiyor.

Uyarlama Kelime mevzuu

Merhum Mehmet Uzun’un belki de “Bir dil inşa etmek” derken zımnen kastettiği buydu. Düşünün “saat” kelimesinin Kürtçesini bilmiyorsunuz. Ne yapacaksınız? Uyduracak mısınız? Elbette böyle değil. Kürtçe üzerine çalışan çok değerli Enstitüler var. Paris ve İstanbul’da… Bu enstitüler dilimizi inşa ediyorlar aslında. Peki, gizli bir Kürtçe sözlük mü var oradan mı çıkıyor? Bu da değil. Samanlıkta iğne arama iğne aramak gibi bir durum; Önce eski eserleri tarıyorsunuz, muhtemelen aradığınız kelime çıkıyor, o da yoksa Kürtçenin farklı lehçelerindeki kullanımları arıyorsunuz bu da yoksa Kürtçenin zengin kelime türetme imkânları ile kelime türetiyorsunuz. Yoksa bu Kürtçe öyle Esperanto mudur ki kelime uydurularak gelişsin. Peki, “saat” kelimesini aynen alsanız ne olacak, ayıp olacak değil ya. Evet, bu da mümkün ancak eğer dilinizde yazılmış eserlerde böyle bir kelime varsa neden başka dildekini kullanasınız ki? Burada orijinal kelimeyi kullanmak yaşayan dille doku uyuşmazlıkları yapabiliyor bazen. Ancak daha yolun başındayız. Ortada yaşayan bir demeyelim, epey hastalanmış, mahkûm olmuş, zulüm görmüş bir dil var: Kürtçe. Enstitüler ise gerçekten bu yakılmış kütüphane olan dilin içinde yanmamış kelimeleri arıyor, buluyor ve yaygınlaştırıyorlar.

Saat’in Kürtçesi ne sahi? “Katjimêr” Kaynağı: Sorani Lehçesi. Onlar kullanıyorlar bu kelimeyi. O da türetme; Kat: zaman, jimêr: sayan (jimartin:saymak fiilinden)

Öteki Kürtçe ile Güneş Dil Teorisi neden aynı değildir?

Kürtçedeki bu farklılık ile Türkçenin başına getirilen “Güneş dil teorisi” ile inilti kurulabilir ancak ortada iki farklı profil vardır. Türkçe bir imparatorluk dilidir. Arapça ve Farsça ile güçlü bir harman oluşturmuştur. Güneş dil teorisi bu harmandan Türkçe dışındaki dilleri ayıklamak gibi rasyonel olmayan bir girişimde bulunmuş, dilin kolunu bacağını koparmıştır. Neymiş dilimizde tek yabancı kelime olmayacak. İngilizcede hiç mi yok Latince kelime, Farsça safi Farsça mı ki… Farsçada şimdi kelimesi bile Arapça: “Elan”

Kürtçede ise bir harmanın içinden Türkçe sözcükleri kovma çabası şöyle dursun, eldekilerini kurtarma çabaları, çok değil elli yıl önce kullanılıp bugün unutulmuş güzel sözcükleri kurtarma çabası var. Bu yönü ile Güneş dil teorisi ile Türkçeye yapılan zulüm ile Kürtçenin inşası için yapılanlar aynı şey değildir.

Şive fanatizmi mi?

Kürtçe TV izleyenlerin kapıldıkları diğer bir evham da; Mesela; Eğer kendileri Van’lı ise TV’deki Kürtçenin Diyarbakır Kürtçesi olduğunu düşünmeleridir. Hayır. Şu anda mevcut Kürtçe yayınlar içinde düzgün ve standart Kürtçe kullanmak için harcanan çabalar fark edilmektedir. Küçük hatalar olsa da. Kullanılan dil ise Türkçedeki İstanbul Türkçesi gibi bir orijine sahip değildir. Yani Diyarbakır Kürtçesi alınıp merkez şive diye oturtulmamıştır. Zaten bölgeler arası Kürtçeleri “iyi” bilenler, Kürtçe bilmeyen dil bilimcilerin! Zannettiklerinin aksine, farklılıkların basit bazı sözcüklerle ilgili olduğunu, sentaksın, gramerin ise inadına sabit kaldığını bilmektedirler.

Hiç mi hata yok?

Kürtçe TV ve gazetelerdeki dili kutsuyoruz anlaşılacak her halde. Elbette onların da hata yapma şansları var. Ancak takdir edersiniz bir medya kuruluşu, bir eve göre daha fazla bilgi sirkülasyonuna haizdir. Bu nedenle en azından evdeki Kürtçeden daha organik olamayabilir ancak daha profesyonel olduğu kesindir.

Peki “Öteki Kürtçe” için yapılan itirazlar neden haklıdır?

Yukarıdaki gibi yüzlerce ve daha orijinal örnekler var. Ancak itiraz sahipleri, TV Kürtçelerinin anlaşılmazlığına itirazı ile halen haklı. Nitekim Dil canlı bir varlıktır. Osmanlı Saray dili ila halk dili arasındaki uçurum sonunda eni sonunda saray dilinin kitaplara gömülmesi, yaşayan dilin “daha zayıf olduğu halde” galip gelmesi ile sonuçlanmıştır. Kürtçe için de dil böyle kötü bir ikileme girmiştir. Ne var ki bu ikilemin kaynağı ne “Bizim Kürtçe” dediğim evdeki Kürtçeyi konuşanlar ne de “Öteki Kürtçe” dediğim orijinal ve düzgün grameri olan Kürtçeyi konuşanlardır. İkilemin sebebi basittir: Eğitim, ya da Anadilde eğitim olmaması. Anadilde eğitim yoksa dil de yoktur. Dil yoksa onu konuşanlar da yoktur.

Ancak kabul etmek gerekir ki “TV Kürtçesi” daha düzgün ve kurallıdır. Bunu öğrenmek, kullanmak gerekir. Bunu az bir çaba ile başarmak mümkün. Neticede yeni bir dil değil, anadilimizi maalesef yeniden öğreniyoruz. Hiç olmazsa kitaplarla arası iyi olan kişiler bunu yapmalıdır.

Kürtçe Geometri Nasıl olacak Peki

Anadilde eğitimin haklılığı, gerekliliği konuşulduğunda artık ezbere bildiğimiz bir itiraz yükselir. Ne hikmetse bunu bazen Kürtçe bilen ama konuşamayanlar! Yapmaktadır. Kürtçe geometri nasıl anlatılacak denilir…

Bu itiraza bir çok cevap var. Dünyada Esperanto diye tamamen yapay olarak üretilmiş bir dil vardır. Sayıca az da olsa bu dili konuşup evlenenlerin çocukları Esperanto diliyle konuşabilmektedirler. Şimdi yapay dil anadile dönüşebiliyor da binlerce zengin bir dil olan Kürtçe ile geometri mi olmayacak?

Ya da konuştuğumuz yeni Türkçenin çok kadim olduğunu mu zannediyoruz. Mesela bir geometri kuralının çok değil daha bir asır önceki halini verelim:

Müsellesin, zaviyetan-ı dahiletan mecmu’ü 180 derece ve müselles-i mütesaviyü’l-adla, zaviyeleri biribirine müsavi müselles demektir.”

Üçgenin iç açıları toplamı 180 derecedir ve eşkenar üçgen, açıları birbirine eşit üçgen demektir.

Şimdi bu halden yenisine dö__nüşmüş bir dil olan Türkçe yapısına kızabilir miyiz. Geometri anlatılamaz diyebilir miyiz? Bir de şimdi kullandığımız Türkçeye geometri kavramlarını kazandıranın da Atatürk olduğunu hatırlatalım. İyi ki kimse o zaman çıkıp, “Ya çık git, böyle Geometri mi olur” dememiş.

Ama biz şimdi Kürtçe üçgene “sêgoşe” desek –ki öyledir- kulağına hoş gelmeyen “Kürd” fırçayı basacak: Olmaz! Diye.

Deneysel bir giriş yapalım; üçgenle ilgili geometri kuralını Kürtçeye çevirelim:

“Teheva kuncên hundir a sêgoşe 180 pîle ye u sêgoşeyê lêvwekhev eve ku; kuncên wi hemu wekhev e.”

Oldu mu?