tt Zaman en az para kadar muhasebesi tutulmaya değer bir kaynaktır. Tıpkı para gibi yevmiye kayıtları olmalı, bütçesi olmalı, hangi işe ne kadar harcanacağı ve ne kadar harcandığı bilinmelidir. Sonra da değerlendirilmeli, yapılan harcamanın sonuçlara değip değmediğine bakılmalıdır. Saçma değil mi? Evet, bir çoğumuzun gözlüğünden öyle… Oysa bir çok iyi şeyde olduğu gibi “batı” bunu da yapıyor. İnanmıyorsanız “time tracking” diye Google’dan arattırın.  Yaygın tabirle; “adamlar” yapmış. Zaman muhasebesi için hem yöntemler hem de kaydını tutmak için programlar yazmışlar. Konsantre çalışmayı sevmeyen bizlere hitap etmese de süreç şöyle işliyor: Uğraşmakta olduğunuz projeyi, diyelim ki tezinizi yazmak ya da okumanız gereken bir kaç kalın kitabı bitirmek gibi bir işi adlandırıyor, daha sonra her masa başına geçtiğinizde harcadığınız süreyi bu yazılımlara kaydediyorsunuz. Bunu sıkılmadan devam ettirdiğinizde iki şey sizi şaşırtıyor: Birincisi, “kayıt dışı” çalışmalar, ya da zaman muhasebesi yapılmadan yapılan çalışmaların sandığınız kadar da çok olmadığını görüyorsunuz. Yani kaydı tutulmadan yaptığınız çalışmanın gölgesi bugüne kadar size boyundan daha uzun görünüyormuş meğer. İkincisi ise; Az da olsa günlük olarak aynı şekilde çalışma bir adet haline geldiğinde, daha az ama düzenli olanın “bereketi” sizi şaşırtıyor. Çünkü harcadığınız zamanı biliyor ve efektif kullanma eğilimine giriyorsunuz. Tabii bu programlar, eğer televizyon başından kalkamıyorsanız ya da bilgisayar oyunlarına müptela iseniz pek hayırlı gelmez çünkü sorun zamanı etkili kullanamama değil, zamanı hunharca harcama olmaktadır.

Konsantrasyon sorunu olanlara müjde, “adamlar” onu da düşünmüş. Pomodoro adlı bir teknik tecrübe ile sabit deva sunuyor. Önermesi basit; tutup da “tek oturuşta kontağı kapatmadan üç saat çalışıyorum” gibi  ”havalara” girmeye gerek yok. Zaten gerçekçi de değil efektif hiç değil. Pomodoro metodunun kutsal kuralı: 25 dakika (ama gömülerek)çalış 5 dakika ara ver. Ama bunu sektirmeden yap… 25 dakika boyunca tıpkı oruç gibi pomodoroyu bozan kurallar var; Çalışmakta olduğun konu dışına sapmak yok, şöyle bir facebook’a bakayım hiç yok. 25. dakika sonunda ise zil çalınca bir dakika bile durmadan ara vermek durumundasın. Neden? Zihnin çalışma şekli buymuş. Gerçekten de yarıyor. 5 dakikalık arada ise çalışmak yasak. Ayağı kalkılabilir, tatil planı yapılabilir. Bu 25 dakikalık zaman dilimine 1 pomodoro deniyor. (Pomodoro domates demek İtalayanca’da. 25 dakikayı tutmak için mucidinin kullandığı mutfak tipi domates şeklindeki saatlere ithafen). Her 4 pomodoro sonrasında 15 dakika ara veriliyor. Daha detaylı kurallar için sitesine bakabilirsiniz: http://pomodorotechnique.com/

Denemiş biri olarak gayet iyi çalışan bir sistem olduğunu söyleyebilirim. Sürekli olarak tekrar edince, artık akıcı bir çalışma biçimine dönüşüyor. Ayrıca kurallar basitçe böyle olmakla birlikte, her günkü performansınızı kaydetmeniz gerekiyor. Metot bunun için özel tablolar önerse de artık ücretsiz bir çok mobil uygulama ile kayıt ve performans takibi ve aynı şekilde pomodoro metodunu uygulamak çok kolay. Android için Google Play’dan Iphone için Apple Store’dan “pomodoro” diye aratarak ücretsiz bir çok uygulamayı indirebilirsiniz. Benim Andorid’deki favorim “Pomodoro Challenge Timer” Iphone’deki favorim ise cüzi bir fiyata satılan “Weple Today”. Bu programlarla siz de zamanınızı etkin kullanmaya başlayabilirsiniz.

Gelelim şu her şeyin iyisini yapan “batılılar” meselesine; Doğru ve iyi olan her yerde bilinir. Ancak uygulayıcılar sahip olur. Kutsal kitabı, sıkça “zaman üzerine yemin eden” ve “zamanın değerine” epeyce gönderme yapan bir dine mensubuz. Ancak galiba zamanın değerini değerlendirmek için pek zamanımız yok. Oysa zaman bir gün, hepimizi ve dünyayı az da olsa daha iyi hale getirmek için fazlasıyla uzundur. Malayani’den sıra gelirse tabii. Malayani de ne? Evet bu tasavvufi kavramın en basit özeti: “boş işlerdir”. Fayda üretmeyen işler. Tanırsınız. Tanırız. Gerçi adını stres atmak, efendim zihin jimnastiği gibi şeyler koyarak masum hale getirsek de, günümüzde artık tadı kaçırılan, sosyal medya, televizyon, bilgisayar oyunları, bitmek bilmeyen dedikodu ve “memleket kurtarma” ayinleri ve sonu gelmeyen uzun bir liste… Kuvvetle muhtemel malayanidir. Bir hadis ise şöyle demektedir: “Kişinin boş işleri(malayani) terk etmesi, inancının(imanının) güzelliğindendir”.

Gerek zihin jimnastiği için gerek eğlence için gerek stres atmak için sayılan şeylerden daha fazlasını sunan üstelik de fayda yaratan iyi ancak artık demode bir alternatif var: Kitaplar. Özellikle de iyi kitaplar.

Kitaplar hakkında resmi görüş hep “faydalı olduğu”, “okuyanları adam ettiği” yönünde olmakla birlikte, gerek kitapların gerekse kitapseverlerin yüzüne söylenmeyen bir görüş daha vardır ki o da kitapların sıkıcı olduğu, artık Google, Wikipedia gibi “şeylerin” var olduğu teranesidir. Sevgili okur, bahse girerim, o saydıkların konusunda hiç de fena olmadığımı bu blog’dan görebilirsin. Hatta wikipedia’da yazılı bir çok ‘entry’im mevcut. Ancak durum bildiğin gibi değil. Olay “karamel neden yapılır” diye merak ettiğinde internette ilk çıkan şeyi okuyup “öğrendim” demekten ibaret hiç değil. Kitap elinde tuttuğun ve sayfalarla yazılı metinden hatta kitabın deruni içeriğinden de ibaret değil. Kitap senin, seninle ve “sen’in” içinde yolculuğa çıkman, kendini ve başka bir yazarın senini keşfetmen nihayetinde adım adım “kendini bilmen” demektir. Dahası dünyaya bakacak gözlükler marifetiyle, daha önce görmediklerini görmen, bilmediklerini bilmendir. Bir araştırma, klasikleri okuyanların daha fazla empati kurma yeteneği geliştirdiğini söylüyor (Bkz: Organized Minds adlı kitap). Empati kurarak, “fil dişi” kulelerden çıkmayı öğrenirsin. Aslında fil dişi kulelerde yaşayanlar “kitabi”ler değil “gayrı kitabilerdir”.

Elinde kitap filan taşımaktan acizsen, “ecnebi” onu da yapmış.  Kindle diye bir sözüm ona tabiri caizse “gavur icadı” ile binlerce kitabı bir cihaza depoluyor ve istediğin yerde istediğin zaman okuyorsun. Telefondan tabletten da okurum diyorsan “geç” telefonun ekranı gözü yoruyor ve bunu dediğine göre dört beş saat art arda okumayı telefondan yaptığında şarjın yetmeyeceğini dahası şaşı olacağını bilmiyorsun besbelli. Bu Kindle öyle menen bir şey ki, altını çizdiğin yerleri saklıyor(Bkz: clippings.io), okuduğun kitapta milletin en çok nerelerin altını çizdiğini görüyorsun. Hemide bu Kindle’nin şarjı bir iki ay gidiyor. “Adamlar” yapmış.

Bu yazıda zikrettiğimiz “adamlar” hep “yapmış” deriz ya. Biz de “adamlar” olarak yapmış olabilmek için galiba bir yerlerden başlamamız gerekiyor. İzlemek yerine yapmak, bakmak yerine görmek, duymak yerine okumak, okumak yerine yazmak

İyi okumalar.