Fransız kralı XIV Loui’nin L’état moi (Ben devletim) dediğini öğrendiğimden beridir; eski Yunan filozoflarına göre epeyce geç de olsa ben de sordum kendime:
Devlet nedir?
Yunanca devlet kelimesinin kökeni: dümen tutmak, yön vermek anlamına gelen Kybernare sözcüğünden türemiştir. Demek ki elle tutulup gözle göremediğimiz “devlet” hayat gemisinde bir arada olanların dümenidir.Hıristiyan filozoflardan St. Augustin’e göre de, devlet, “ilk günah neticesinde Cennet’ten kovulan insanoğlunun yeryüzünde teşkilatlanma zorunluluğu duymaları üzerine ortaya çıkmış bir kurum“dur.
Filozoflar devleti ilk tanımlamaya başladığı dünden bugün içimizden kırk çocuk yapıp da çocuklarını okula gönderemediği için “nerede bu devlet” diye bağırıldığı zamana değin her düşünür “devlet şudur, devlet budur” diye yorumlar yapmış hatta bizim adını yanlış yerlerde kullandığımız “anarşizmi” akımının filozoflarından Proudhan gibileri de “devletin gereksiz bir kurum” olduğunu vurgulamıştır.
En azından benim gibi vasati insanların çoğu doğmadan önce tıpkı etnik kökenleri ve cinsiyetleri gibi devletlerini de seçemezler. Dolayısıyla babalarımız kimliklerimizi çıkardığı zamandan bizim pasaport alıp da ülke dışına çıkabilecek yaşa geleceğimiz zamana değin “bir devletin” mensubu olmak zorundayız. Bu süreç dâhilinde de genellikle devletin ne olduğu ve neye yaradığı problematiğine kendimiz karar verecek düşünsel derinliğe ya çok geç ya da çok zor sahip oluruz. Devlet üzerine derin bir tefekküre girmeye karar verene değin; ya devlet hakkında pek bir fikrimiz olmaz, ya devletten nefret ederiz ya da devlete tapınırız. Ve bu üç bilinçsiz alternatifin gerçek mimarları ise yine bu iç alternatif devlet fikrinden kurtulamamış yetiştirenlerimizdir.
Oysa devlet kavramı neredeyse bizim Türkçe’de hemen hemen her şeyin yerine kullanılabilecek “şey” kelimesinden daha değişken ve derin bir şeydir. Öyle ki Mussuloni’nin İtalyası da, Stalin’in Rusya’sı da Urartular’ın krallığı da, tarihsel ve yönetsel farklıklarına rağmen devlet kavramı içinde değerlendirilmektedir. Aynı zamanda bazıları kendilerinin devlet diye tanımladığı şeyi devletin varoluş sebebi/sonucu olan millet veya ulustan üstün tutarken devlet için bir şeyler yapmakla veya yaptıklarını “devlet için” diye nitelendirmekle devlete en büyük zararları verebilmektedir.
Derin ve Sığ devlet.
İnsanoğlunun devleti algılayış biçimi bilinçaltında onu baskı altında tutan ve aynı zamanda koruyan her türlü imge ile yakından ilgilidir. Tahakküm çağrışımlı imgelerin çoğu agnostik, hikmetinden sual olunmayan ve mesafeli bir şekilde zihinde saklanır. Baba, Tanrı, Kral ve Devlet gibi kavramlar eril biçimleri ile aynı düşünsel arkenin türevleridir.
Şöyle ki;
Tek tanrılı dinlerden önce insanoğlu paganizme inanmakta Tanrı kavramının sayısal değerleri ile pek ilgilenmemekte idi. Ve bizim şimdi çocuklarımıza anlatmaya çalıştığımız görünmeyen, bilinmeyen ve kendini belli ettirmeyen tanrı kavramı yerine; elle tutulur gözle görülür hatta yenebilen tanrılar varı. Yani çocukların ve delilerin Tanrı olarak kabul etmesinin daha kolay olduğu ilahlar edinilmişti…
“İktidar” kavramını çabuk anlamış ve narsist duyguları güçlü insanlar kendilerini Tanrı ilan ederek yönetimsel hakları doğal olarak elde ettiler. İşte bu yerde monarşik yönetimin ilkel biçimi ortaya çıkmıştır.
Tanrı-Kral yada Kral-Tanrı’lar tek tanrılı dinlerin rasyonalist etkisi ile mistik etkilerini kaybetseler de Krallar ve krallıklar yani devletin tek kişi olduğu yönetimler yirmi birinci yüzyıla değin var oldular.
İşte bu süreç içerisinde kadim bir kavram olan devlet kavramı da monarşik argümanlar içinde algılanmıştır.
Var olsa da “demokratik ve sosyal hukuk devleti” kavramının bir türlü anlaşılamadığı günümüz Türkiye’sinin tarihsel olarak daha dün denilebilecek kadar yakın olan monarşik ve kadim devlet geleneği ister istemez günümüz insanının devleti algılamasında ve devletten beklentilerine yansımaktadır.
Dolayısı ile derin devlet dışarıdan devletin elle tutulur gözle görülür yüzü olan daha doğrusu devletin ta kendisi olan kişi(ler) olarak algılanmaktadır. Bunun dışındaki bir algılayış ile biçimi derin devletin resmi kurumdan veya basit bir organizasyonundan farksızdır.
Derin devletin bu şekilde algılanması hatta derin devleti yaratanların kendilerince dahi bu düşünsel temeller üzerine oturtulmuş olması başından beri bahsettiğimiz devletin somut olarak anlaşılması ya da gizli bir monark yaratılmasından kaynaklanmaktadır_. Paganizmi genlerinde taşıyan insanoğlu devletin çekirdeğini somutlaştırmak istemektedir işte bu çekirdek derin devlettir_. Geri kalan ve devlet diye adlandırılan ise sığ devlettir.
Derin devlet sığ devletin içeriye attığı adamı yanaklarından öper mi?
İşte esas merak ettiğim budur. Sığ devletin herhalde derin olanınca sadece formalite olarak görülen kanunlarına uymadığından dolayı içeri atılan bir insan –ki ona da diyecek bir şey yok-, derin devleti inkâr eden ancak bizlere “emekli derin devlet” elamanı gibi lanse edilen başka biri tarafından canlı yayında “yanaklarından öpülüyor”.
Şimdi devletini seven biri olarak ben hangi devletimi daha çok seveyim: Derin olanını mı? Sığ olanını mı?
Devletini severken vatan haini olabilmenin de imkân dâhilinde olduğu günümüzde derin devletin var olmama ihtimalini de göz önünde tutan biz sıradan vasat bireylerin kafasının ne kadar karışık olduğunu ve son gündemin de buna nasıl tuz biber ektiğinin farklı bir dışavurumudur anlattıklarım…