KÖYDES PROJELERİNİN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ
Eskiyi bilmiyorum fakat şimdilerde en azından yaşadığım memleket olan Van’da artık devletin elinin yetişmediği, yatırım yapmadığı, ilgilenmediği hiçbir nokta yok gibi. Merkeze uzaklığı 120 km’yi bulan ücra kesimlerde neredeyse 4 hane bir araya gelip mezra oluyor, elektrik, su, yol getirmek neredeyse imkânsız. Ancak ilgili kurumlar hiçbir tabir-i avam ile zaman “yahu yaşayacak başak yer bulamadınız mı?“ demiyor.
Hiçbir gencin kalmadığı, nüfusun tamamına yakınını yaşlılar, çocuklar ve gençlerin oluşturduğu bu köylerde sadece içme suyu projesi olarak ulusal basından takip edilebilecek şu veriler dikkat çekici:
- Van’da takriben kırk yıldır 967 yerleşim yerinden yalnızca 196’sının içme suyu şebekeye sahip olduğu bilinmektedir. Daha da açarsak Van genelinde bir yılda ancak 5 yerleşim yerine şebeke suyu götürülebilmiştir.
- Köy hizmetlerinin il özel idaresine bağlanmasından sonra 9 ayda 111 köye içme suyu götürüldü. Yani 9 aya son 22 yılın bütün çalışması sığdırıldı.
- Yakın, uzak, küçük, büyük demeden Van’ın en ücra köşelerine kadar her noktaya içme suyu götürülüyor.
- Bakanlık Van’da köylerdeki altyapı sorunlarını gidermek için 43 milyon 250 bin YTL ödenek ayırdı.
- Bunun sonucu olarak bu yıl sonunda hemen hemen hiç susuz köy kalmayacak.
Ayrılan ödenek sadece içme sularına değil köy yollarının ıslahına, köye geri dönenlerin yeni yapacakları evlere yapı malzemesi sunulmasına kadar ayrılıyor.
Projelerin Sosyal Boyutu:
Bu çalışmalar bir anlamda terörün toplum bilinci ve sosyal yaşamında açtığı yaraları sarmak olarak değerlendirilebilir. Projenin böyle bir misyonu olmayabilir ancak böyle müspet bir tesirinin olduğu kesindir. Bir zamanlar köylerini (aslında köy demek biraz küçük kalıyor, bir köylü için köyü hemen hemen dünya demektir; yani dünyalarını…) terk etmek zorunda olan insanlar sular durulmuşken köylerine geri dönüyorlar ancak köy aynı köy değil: Çünkü hem köy hem de geri dönen köylünün anlayışı değişmiş. Eski yapıların bir kısmı ayakta ise bazıları harabeye dönmüş, bazı köylerin elektrik telleri nasılsa bir daha kullanılmaz diye bazı uyanık müteahhitler tarafından sökülüp götürülmüş, telefon hatlarının telleri çalınmış, sular kurumuş durumda. Bazı köyler bir şekilde bu kadar sıkıntıya rağmen ayakta durmuş ise de konumuz olan köyler bu durumda değildir.
Geri dönen köylülerin anlayışındaki değişime gelince: Köylüler takriben 5-10 yıldır köylerini belki de geri dönmemek üzere terk ettiklerinden merkez illerde şehir yaşamına adapte olmak için dramatik bir mücadele ve bocalama sürecine girmişlerdir. Bu adaptasyon çabasının ne kadar başarılı/başarısız olduğunu gazetelerin 3. sayfalarındaki töre cinayetleri ima eder gibi. Bu cinayetler dün de vardı bugün de var, ancak dün köyde iken bugün şehirde olduğu için adı töre cinayetidir. Bu cinayetlerin en temel nedeni olan “namus davaları” tahmin edebileceğiniz üzere köyde kolay kolay patlak veren bir sıkıntı değildir çünkü herkes akrabadır. Ancak şehirde dengeler de arzular da etik anlayışı da değişiyor. Bu yüzden töre cinayetlerinin değişenler ile değişemeyenler(veya değişmek istemeyenler) arasındaki çatışmanın ürünü olarak görmek gerekecektir. Kapkaç, kültürel deformasyon, çarpık şehirleşme, şehirdeki köylü üzerinden siyasi veya ekonomik rant edinenler… Bunların tamamı “şehirde olmak zorunda olan köylü”den daha doğrusu onu bu duruma sokan ve güya onun sözcüsü olduğunu iddia edenlerden kaynaklanıyor.
Şimdi bu bocalama sürecinde olan köylülerden bazıları da artık gerçekten değişime uğrayarak şehirlileşen insanların köye dönmesi bu kez “köyde olmak zorunda olan şehirli” tipini yaratacaktır. Zorunda olan diyoruz çünkü her kes kendi isteği ile köyüne dönmemekte. Bu durum köye dönenlerin beklentilerini fazlasıyla değiştirmiş. Köylü in neredeyse ana şefkatiyle ayağına kadar götürdüğü hizmetleri, hizmet olması vasfını bir tarafa bırakmış bu işleri devletin mecburiyeti olarak kabul ediyor. Oysa bir zamanlar eleştirilen köy-kent projeleri zorlayıcı bir unsur olarak tatbik edilip hizmeti merkezileştirebilir tabiri caizse kuş uçmaz kervan geçmez (hatta bazı yerlerden kaçakçılar bile geçmekten ürküyor) yerlere hizmet götürmek zorunda olmayabilirdi. Devletin yaptıklarına perestiş derecesinde minnet duyulsun demiyorum, -nitekim Avrupa Birliğine oynayan bir ülke bunları yapmak durumundadır- ancak bu hizmetlere gereken takdir yapılmalı ve benimsenmelidir.
Köylere şehirlileşmiş zihniyetlerle dönen insanların akıbeti şahsen beni endişelendirse de durumun tam tersi olması da muhtemeldir. Pekala, bu zihniyetteki insanlar köyleri için daha faydalı olup, köylerini daha yaşanılabilir kılabilirler. Umudumuz elbette köy sözcüğünün mahrumiyeti ifade eden bir sıfat değil normal bir yerleşim birimini hatırlatan bir kelime olması…