Albert Einstein ile zamanının dünya güzeli arasında geçtiği söylenen bir diyalog vardır: Güya zamanın dünya güzeli Einstein’a:
-“Gel seninle evlenelim, çocuklarımız senin kadar zeki benim kadar güzel olsunlar” der. Einstein ise yapar yine Einstein’lığını:
-“Peki ya senin kadar geri zekâlı benim kadar çirkin olursa ne yaparız”
Diye cevap verir.
DOĞU VE BATI
Teşbihte hata olmasın bu hikâye aklıma hep doğu ile batı sentezini getirmiştir. Doğu ile Batıyı evlendirme çalışmaları yeni değildir ve amaç her zaman Einstein’a evlenme teklifi yapan bayanın amacı gibi olmuştur. Ancak geçmişte hep o bayanın isteği gibi bir evlat ortaya çıkmış bugünse Einstein’ın korktuğu evlat ortaya çıkmıştır.
Doğu ile Batının sentezini ortaya çıkarma çalışmaları çok eskiye dayandığına göre Doğu ile Batı’nın bir zamanlar yolları ayırdıkları veya öyle doğdukları gerçeği yani farklılıkları kesinleşmektedir. Kanaatim doğu ile batının zaten farklı doğdukları yönünde ve bu farklılık sanat ve bilimdeki sentezlerin dışında her zaman herhalde ‘akraba evliliğindendir…?’ istisnalar dışında hep sakat çocuklar doğurmakta.
Dünya kuzeyden güneye dönse belki de kuzey ile güney diye farklılaşabilirdi belki. Bu farklılığa vurgu yapmak kasıtlı veya manasız gibi gözükse de geçmişte sadece Helenizm ve bugünde Globalizm diye iki konseptin/mefhumenin (belki de nosyonun/malumenin) var olması bile bu farklılığın göstergesidir.
HELLENİZM VE GLOBALİZM
Bu farkı kabul ediyorsak düşünmeye devam edebiliriz: Büyük İskenderin fetihlerinden sonra o günün hâkim dünya görüşü olan Yunan paganizminin Doğu’ya yayılması önce neredeyse tam olarak Yunanlılaşmış Frigyalılar gibi toplumların ortaya çıkmasına daha sonra doğudaysa benimseme ile benimsenmeme arasında bocalayarak karmakarışık ne doğu ne batı olan bir kültürün ortaya çıkmasına neden oldu. Hıristiyanlık dininin çıkmasından önce Yunan paganizmi ile tektanrılı Yahudilik dini arasında kültürel bir çatışma başlamıştı. Pek tabii ki gücünü ekonomik ve siyasi hâkimiyetten alan seküler eski Yunan kültürü ile antiseküler Yahudilik arasındaki kültürel çatışmada Yahudilerin dindar tabakası dışında tamamı Yunan paganizminden etkilendi ancak bu etkileşimden Yuna kültürü de nasibini aldı. Kelime anlamı olarak Helenizm Yunan paganizmine atfedilse de pratikte Helenizm izahatı bu yazının sınırların aşan tartışmalı melez kültürün adıdır. Bu melez kültürün etkileri günümüze kadar gelmiştir. İslamiyet’teki uç kelam tartışmaları hatta tasavvufun düşünme metodolojisinin temelleri dahi bu akımla bir şekilde ilişkilidir.
MUSKALARIMIZA KADAR YANSIYAN HELLENİZM
Kimi insanları eskilerin ilm-i havas veya ilm-i ledün diye nitelendirdikleri kendilerinin ise deli saçması cinci hoca oyuncakları olarak gördükleri konularla ilgili eserleri tahkir etse de bu eserlerin ihtiva ettiği bilgiler ve verdiği mesajlarda bilimsel ve tarihi mesajlarda çok şey gizlidir. Ehlinin bildiği üzere vefklerde (Tılsımla aynı fonksiyonu üstlenen ve belirli kurallara sahip sayılar dizisinin matris şeklinde gösterimi) görülen rakamların, ebced hesaplarının cifrin makrokozmos ile bağdaştırılmasında sayıları evrenin özü olarak görme olarak özetlenebilecek Hurufi esintiler vardır. Hurufilik ayrı bir sapık bir fırka olarak bilinse de sapık olarak nitelendirilmelerinin altında yatan sebep farklıdır. Hurufilik bir tarafa Hurufiliğin felsefi kökeninin bazı araştırmacıların da katıldığı üzere eski Yunan’daki Pythagoras’çılara dayandığı kuvvetle muhtemeldir nitekim Pythagoras’çılar da evreni sayılarla açıklama hatta bir rakamperestlik çabasındadırlar.
Bu durum muskalarımıza nasıl yansıdı dersiniz; Muskaları sadece ne için yapılmış diye okumaktan ziyade “muska koleksiyonu” yapan biri olarak vefk ve benzeri tılsımların bu hellenistik kökenleri beni hep düşündürmüştür. Hatta daha somut bir örnek olarak ünlü bir havas kitabı olan Kenz-ül Zeheb adlı kitapta gördüğüm “Yunanca cin isimleri ve Yunan alfabesiyle yapılmış tılsımlar” hellenizmi daha farklı anlamama neden olmuştur.
ÇARPIK SENTEZLER VE KÖYLEŞEN ŞEHİR, ŞEHİRLEŞEMEYEN KÖY:
Helenizm’den bu konuya nasıl atladığımızı düşünebilirsiniz. Dünya süper güçlerinin kendilerine karşı üniform, kendi içlerinde sınır çizgileri belirli toplumlar yaratma çabasının kendisi veya ürünü olan globalizmin bir taraftan en küçük etnik kimlikleri okşarken diğer taraftan örgütlenmiş büyük toplumların bağlarını tırmalaması diğer taraftan günümüz kapitalizminin yarattığı heterojen ekonomik alanlar köyleşen şehirleri ortaya çıkarmıştır. Zaten göç verdiği için gittikçe gerileyen köyler ise şehirleşememektedir. Kabul etmek gerekir ki dünya görüşünden tutun da iktisadi yaşama kadar birbirinden doğu ile batı kadar uzak olan taşra ile kent Albert Einstein’ın hikâyesindeki sakat çocuğu doğurmuştur. Öyle ki şehirlinin görgüsü ile köylünün içtenliğini veya şehrin imkânları ile köyün natüralizmini birleştirerek mükemmel sentezlerin kurulması beklenen alanlarda sonuç maalesef ego bile diyemiyorum id kökenli yaşam tarzlarının ortaya çıkmasına neden olmuştur. Yetişmekte olan bu toplumun ne köylü ne şehirli olduğu bellidir. Aynı zamanda bu insanlar şehirden sıkıldıkları halde köylerine de dönememektedirler. Bir dönem “Haydi gelin köyümüze geri dönelim” , “Neden geldim İstanbul’a” gibi şarkılar bu topluluğun durumunu ironik bir şekilde yansıtmaktadır.
Bu topluluğun metropollerde yarattığı sıkıntılar bugüne değin “gecekondulaşma sorunu” olarak özetlenmekteydi. Sonra “kapkaç sorunu” ile açıklanmaya başadı. Daha bu sorunların hiç biri çözülmeden (ki problemin esası olan meseleyi sadece sosyologlar tartıştığı için bu sorun çözülemez de) “Caddebostan sahillerinde iç çamaşırla denize girmenin yarattığı görüntü kirliliği” meselesi gündeme oturuverdi. Bu problem de yine günübirlik pratiklikle “5 milyona belediye mayosu” satışı ile çözüme gidiyor.
Konu dışına sapmak olabilir ancak başlığımızdan sonraki ilk paragraflarda değindiğimiz mevcut şartların ortaya çıkardığı durumun yarattığı sorunların birer birer çözülmesi imkânsızdır. Aynı sorun pire için yorgan yakmak anlayışı ile bir zamanlar “İstanbul’a vize koyalım” gibi bir yöntemle de çözülemez.
Gelgelelim bu sorun artık sadece mezkur topluluğun sorunu olmadığı gibi, mezkur topluluğun dışındakiler de tamamen sorunsuz değildir. Evet, marksistike bir anlayışla söylemiyorum ama globalizm ile kapitalizmin ülkemizde ortaya çıkardığı yaşam tarzının şehirlide de şehirsizde de (köylü de diyemiyorum artık çünkü köyü kalmadı bu işin) dışavurulduğu çarpıklık düşündürücüdür. Bu durum çok değil en fazla yarım asır önceki köylünün köylü şehirlinin şehirli olduğu devirde iki taraf için de farklıydı. Bakın yazar Pakize Suda “Yok aslında birbirimizden farkımız adlı” yazısında Caddebostan plajı meselesini nasıl açıklıyor:
…
Sadede gel’ diyeceksiniz.
Geliyorum ve diyorum ki her iki zamanda da ortada tuhaf bir durum yok. O günlerdeki şıklık ‘devir normali’ydi. Bugünkü don paça durumu da öyle.
O günkü ortamı özel plaj timleri mi sağlıyordu?
**Belediyenin zorlaması mı vardı Beyoğlu’na en şık elbiselerin giyilip çıkılmasında?
Yoo.
Toplumun profili oydu.
Şimdi de profil bu.
Gele gele geldiğimiz nokta bu yani.
Fakat ne yapacaksınız…
Sopayla mı değiştireceksiniz…
**Bakarsınız 30 yıl sonra başka türlü olur.
Ama kendiliğinden.
Zorla değil.
***
Yol yordam bilmeyenler sırf donla denize girenler mi?
**Plajda topuklu, taşlı terlikle gezmek…
Havuzun kenarına fön çektirip inmek…
Memelerin yarısı meydanda işe gitmek…
Markete, alışverişe, hatta cenazeye bile giderken gece makyajı yapmak…
Gündüzün kıyafetini gece, geceninkini gündüz giymek.
Ödül törenine blucinle katılmak…
Bunların donla denize girmekten hiç farkı yok.
Hepimiz yapıyoruz bu saydıklarımı…
Bir güzel de itibar görüyoruz.
Oysa dediğim gibi aynı kapıya çıkıyor.
**Yani yok aslında birbirimizden farkımız…
Dolayısıyla birbirimizi eleştirmeye yüzümüz de…
BÜYÜK İSKENDER: ABD, HELENİZM: GLOBALİZM
Muskalarımıza kadar yansıyan Helenizm dedik, çarpık sentezler yaratan globalizm dedik yok aslında birbirlerinden farkları. Dünün hayata hükmetme yöntemi olan büyüye tesir eden Helenist etkiler gibi bugünün hayata hükmetme yöntemi olan başka unsurlara tesir eden globalist etkilerden farksız.
Her iki akım da hep siyasi güç ile oldu, dün Büyük İskender bugünse ABD ile.
DOĞU-BATI MİTOLOGYASI:
Marx’ın bir huyu vardı; eserleri okuduğunda fark edilecektir. İddia ettiği her fikri tarihselleştirme, hatta tarih öncesi devirlere götürme. Bu anlayışın belki de hastalığın sonucunda elbette bilimsel olması gereken bir metin edebileşebiliyor. İşte örnek: Metropollerde göç sorunu diye özetlenen sorunu helenizmden globalizme kadar giden bir mitologyaya çevirmek.
Bu mitologyanın sonunun tarafların er geç bir noktada buluşacağı zaman olacağını düşünmek Polyanna’cılık olmasa gerek. Nitekim öve öve bitiremediğimiz helenizmin, zamanında bırakın çarpık ürünleri, ortaya çıkardığı savaşlar hala biliniyor.
Pakize Suda’nın dediği gibi:
Bakarsınız 30 yıl sonra başka türlü olur…